Filmin ana teması, ailesinin parçalanması karşısında beklenmedik bir şekilde oyunculuğa olan aşkı yüzünden bölünmüş durumda olan bir Avustralya yerlisi çocuğun hikayesi üzerine kurulu. Filmi izlerken, söz konusu çocuğun içine düştüğü bu ikilemi derinden hissettim. Dahası, seyirci olarak, onunla beraber yoğun ve karmaşık duygusal bir yolculuğa çıktım.
Oyunculuğa olan tutkusu ve ailevi bağları arasında sıkışıp kalan çocuğun hikayesi, izleyiciyi hem üzüyor hem de bir o kadar düşündürüyor. Ailesinin dağılması sürecinde oyunculuğa olan tutkusu, ona kaçış bir yolu olarak görünse de, aslında aile bağlarından daha güçlü bir bağ oluşturduğunu fark etmesi, izleyiciyi sarsıyor. Bu sarsıcı duygusal çatışma, onun kimliğini ve hayatının nereye doğru ilerleyeceğini belirlerken, izleyiciye de kendi yaşam tercihlerini sorgulama fırsatı sunuyor.
Filmin yönetmeni, çocuğun hem ailesini hem de kendi tutkusunu nasıl dengelemeye çalıştığını başarılı bir şekilde aktarıyor. Çocuğun duygusal iniş çıkışları, izleyenlerin kalbine işleyecek bir gerçeklik ve içtenlikle sunuluyor. Bu film, insana dair olanın çoğu şeyi sorgulamak ve aynı zamanda umut dolu bir bakış açısı kazanmak için bir fırsat sunuyor. Yani sadece bir film değil, aynı zamanda yaşamın ta kendisi.