Özellikle Amerikan tarihinin büyülü vahşi batı dönemini konu alan filmlere ve hikayelere bayılan bir sinema yorumcusu olarak, bu hikayeyi duyduğumda kafamda hemen çeşitli sahneler canlandı. Bir nevi başarısız ve hedefsiz bir Amerikan karakteri olan Joe January, Paul Bonnard tarafından bir hazine arayışına çıkmak üzere tutuluyor. Belki de hayatında ilk kez, Joe'nun yapması gereken bir iş, izlemesi gereken bir yol var. Kendi başına var olmaktan çok daha fazlasını içeren bu serüvende, çölün sırrını çözerken aynı zamanda yaşamın anlamını ve kendi kişiliğini keşfetmeye çalışıyor.
Paul Bonnard’ın hazine arayışı, birçok sinema klasiğinde rastladığımız gibi, bir hazine avı değil, aynı zamanda bir hayat hikayesi ve kişisel dönüşümün parçası. Bu delicesine yolculuk, sadece çölde değil, kahramanlarımızın iç dünyalarında da çeşitli hazine avlarına yol açıyor. Belki de hazine dediğimiz şey, oldukça sembolik bir anlam taşıyor ve onlar, bu yolculuk boyunca aslında kendilerini buluyorlar.
Sinemanın büyülü dünyasında, bu tür hikayeler bize, var olmanın ötesinde, hayatta ne aradığımızı ve kim olduğumuzu sorgulama fırsatı sunar. Bahsi geçen hikaye de tam olarak bu konuyu ele alıyor. Bir yandan, bir hazine avı ve bir yolculuk hikayesi anlatılırken, diğer yandan, insanın kendi iç yolculuğu ve arayışı, kim olduğu ve olmaya ne kadar aç olduğu hakkında derin bir meditasyon yapılıyor.