Sam, Suriyeli bir mülteci, kendi bedenini canlı bir sanat eserine dönüştürerek bir müzede sergiler. Fakat çok geçmeden sadece derisini değil, belki de daha fazlasını sattığının farkına varır.
Bu inanılmaz hikaye, izleyenin içine işleyen bir gerçekçilikle anlatılıyor. Sam'ın bedenini bir müzeye dönüştürme süreci, izleyiciye modern sanatın çarpık dünyasına bir pencere açıyor. Bu, hem sanatçının hem de seyircinin sınırlarını zorlayan bir deneyim. Sam'ın insan onurunu ve kişisel kimliğini nasıl feda ettiğini, mülteci olarak yaşadığı zorlukları ve hayatta kalma mücadelesini izlemek, insana kendi değerlerini ve insan haklarına saygıyı sorgulama fırsatı veriyor.
Film, Sam'in elinde kalan tek şey olan bedenini satarak hayatta kalmaya çalışması ve bunun sonucunda yaşadığı iç hesaplaşmayı etkileyici bir şekilde aktarıyor. Diafana, yarı saydam bir deriye dönüşen Sam'in bedeni, merhametsiz bir dünyada sadece bir 'nesne' haline geliyor. Ancak Sam, çok geçmeden bedeninden daha fazlasını sattığının farkına varıyor: Onurunu, kimliğini ve belki de insanlığını.
Sam'in hikayesi, sanat, insan hakları ve göçmenlik gibi evrensel konuları ele alırken, izleyiciyi etkileyici bir duygusal yolculuğa çıkarıyor. Kendi özgün bakış açısıyla Sam, modern toplumun acımasızlığını ve mültecilerin karşılaştığı zorlukları gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak, bu film kesinlikle derinliği ve duyarlı anlatımıyla izlenmeyi hak ediyor. Başrol oyuncusunun etkileyici performansıyla Sam'in hikayesi, izleyiciyi düşündürüyor ve dikkat çekiyor. Herkesin izlemesi gereken bu film, izleyicinin duygularını ve düşüncelerini harekete geçiriyor.